İçeriğe geç

Mesudiyeli Mübadiller

     Osmanlı döneminde gayrimüslim nüfus, yüzyıllar içinde değişik bölgelerde istihdam edilmişse de özellikle 14. ve 15. Yüzyıl kayıtlarına göre bunların Ordu yöresinde yoğun olarak yaşadıkları tek yer Mesudiye idi. Türkler Ordu bölgesini ele geçirdiklerinde bölgede yaşayan gayrimüslim nüfusun Karadeniz Bölgesi’nin doğusuna, Trabzon istikametine çekildiklerini anlıyoruz. Çünkü Osmanlı belgelerinde görülmektedir ki buralarda Mesudiye haricinde pek gayrimüslim nüfus kalmamıştı.
Peki, kimdi bu gayrimüslim nüfus diye adlandırılanlar?
Bu soruyu yanıtlamak için biraz tarihin derinliklerine inmek gerekir.
M.Ö. 323 yılında Büyük İskender’in ölümü “Helenistik dönem” denilen yeni bir dönemi açmıştır. Bu dönemin ayırt edici özelliği, birbirinden çok farklı ve karışık toplulukların ve onların uygarlıklarının birbiriyle karışarak yeni bir potada, dili Helen dili olan yeni bir oluşum meydana getirmesidir. Bu dönemde Helenlerin barbar ülkesi olarak adlandırdıkları Pontus (Karadeniz kıyıları) Kapadokya ve Paphlagonia bölgelerindeki yerel halklar yönetim ve pazar dilini elinde bulunduran Helenler karşısında yerel dil ve kültürlerini koruyamadılar. Tamamen asimile oldular. Helenistik dönemle birlikte artık Anabasis’in yazarı Ksenophon’un kitabında bahsettiği ve barbarlar dediği antik Karadeniz kavimlerinin esamisi kalmamıştı. Artık onlar da kendilerini “Helen” diye adlandırıyorlardı.
Sonuç olarak; üretim araçlarını ve onun yapılandırdığı kültürel yapıya egemen olan güçler, tarih boyunca kendi kültürlerini antik halklara kabul ettirdiler. İlk ve orta çağda ticaret ve pazar dilini eline alan topluluklar diğerlerini kendilerine dönüştürdüler. Onlarca Antik Anadolu kavminin hazin bir şekilde tarih sahnesinden silinmesi bu olsa gerekti.
Üstelik Anadolu’daki gayrimüslimler sadece antik kavimlerin kalıntıları değildi. Bunların içinde Ortodoks Türkler de vardı.
Anadolu’nun Türkleşmesi konusunda sayısız araştırma ve yayınlar vardır. Bunların tümünün ortak noktası, bu sürecin yüzyıllar boyunca devam ettiği şeklindeki yaklaşımdır. Gerçekten de Anadolu’nun demografik yapısının Türkler lehine değişmesi yüzyılları bulmuştur.
Kuşkusuz Anadolu’ya Türklerin gelişi yoğun olarak Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra başlar. 1072, 1225 ve 1525 yıllarındaki üç büyük göç dalgasında milyonları bulan Türkmenler, Anadolu’ya gelerek mal varlıklarıyla birlikte yerleşip yurt tutmuşlardır. Türklerin bu üç büyük göç dalgasıyla gelmelerinin dışında Anadolu’ya gelmeleri irili ufaklı başka göçlerle de yüzyıllar boyunca devam etmiştir.  Bu durumu Tahrir defterleri kayıtlarından açık bir şekilde anlamak mümkündür.
Ancak Anadolu’ya daha önce gelerek burada yurt tutmuş Türkler de vardır. Bunlara tarihi literatürde araştırmacılar, “Karamanlı Türkler” demektedirler. 
Anadolu’da özellikle 15. Yüzyılda Türkçe konuşan ve Türkçeden başka dil bilmeyen Grek (Yunan/Helen) harfleriyle Türkçe eserler yazan Ortodoks Hıristiyanlar vardı. “Karamanlar” adı verilen bu Hıristiyan Türkler, daha çok Trabzon-Fırat-Toros-Silifke hattının batısında yaşamaktaydılar. Buradaki “Karamanlar” sözcüğünden, Karaman’da kurulan ve Karamanoğlu Mehmet Bey idaresinde Türkçeyi resmi devlet dili haline getiren Karamanoğulları Beyliği’nin kastedilmediğini belirtmek isteriz.
Karadeniz kıyıları, Orta Anadolu, İzmir ve İstanbul, Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanların yaşadıkları yerlerdi.
Bu insanlar, tıpkı Gagavuz Türkleri gibi yüzyıllar boyunca Hıristiyan olarak yaşamışlar, ancak mensup oldukları etnik gruba ait isimlerini de Türkçe olarak koruyabilmişlerdir. Bu tespitlerden yöredeki gayrimüslim köylerin tümünün Türk soylu oldukları çıkarılmamalıdır. Ancak bu köylerde isimlerden de anlaşılacağı gibi öz Türkçe adlar kullanıldığı da bir gerçektir.  Adların Osmanlı baskısıyla değiştirildiği de düşünülemez. Eğer öyle olsaydı öz Türkçe adlar yerine Müslümanların kullandığı yaygın isimler, yani Arapça ve Farsça adlar kullanılırdı.
Gayrimüslim nüfusun, genellikle “Rum” olarak ifade edilmesi 18. Yüzyıldan sonra başladı. Aslında Rum sözcüğü yüzyıllar boyunca Ortadoğu halkları tarafından “Anadolu/Anadolulu” olarak adlandırılmıştı. Nitekim Mevlana Celaleddin-i Rumi, Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Gaziyan-ı Rum tamlamalarında Rum kelimesinin Anadolu anlamında kullanıldığı görülmektedir.
Mesudiye özeli ele alındığında burada yaşayan Ortodoks nüfusun antik kavimlerin kalıntıları ve Bir kısmının da gerçekten Ortodoks Türklerden olduğunu söylemek mümkündür.  
1891 yılında Şemsettin Sami ünlü eseri Kamus-ül Alam’da o yılların Mesudiye’sinde 20 tane Hıristiyan Okulu olduğuna dair bilgi vermektedir:
“İş bu kaza 10 nahiye, 150 köy ve ahalisi 34.000 kadar olup, 4.000’den fazlası Rum ve Ermeni gerisi Müslüman’dır. Kazada 71 cami,6 medrese,1 Rüştiye, 80 İslam ve 20 Hıristiyan mektebi mevcuttur.”
Mesudiye’de eskiden Hükümet Konağı olarak kullanılan günümüzde ise Ordu Üniversitesi’ne tahsis edilen binanın ustalığını Aşağıfaldaca Köyü’nden Rum Toma Usta yapmıştır.
O yıllarda ilçe merkezinin yarısından fazlasını Rumlar oluşturmaktaydı.    1901 yılında yayınlanan “Devlet-i Aliye-i Osmaniye” adlı Devlet Salnamesine göre Mesudiye’nin adı Hamidiye idi ve  toplam 10 nahiyeye ayrılmıştı. Bu nahiyeler şunlardı: Yavadı, Gebeme, Hatunviran, Yastura, Lağus, Ermene, Çavdar, Kabalı, Hasanşeyh ve Yavşan.
Kurtuluş Savaşı’ndan önce ilçe merkezinin dörtte üçü Rum’du. Günümüzde Mesudiye’nin mahalleleri olan yerleşkeler bu tespitin dışındadır. O yıllarda bu günkü Fistoru Caddesinin doğu kısmı ve Kışla Mahallesinin yarıdan fazlasında Rumlar oturuyordu. İlçeye bağlı 27 köyde Rumlar, bir köyde de Ermeniler yaşamaktaydılar. Bu köylerin çoğunda tamamen Rumlar yaşarken bazı köylerde ise Rumlar ve Türkler karışık yaşamaktaydılar.
Rumların yaşadıkları köyler şunlardı; Şıhdere, Karabelen,Taztepe, Çağman, Muzadere, Aşıklı, Mahmat (Ermeni) , Çarıkçıkaran, Katıran, Bürük, Eskidir, Bıçakçı, Manahos, Aşağıfaldaca(yarısı), Yukarıfaldaca (yarısı), Musulu, Maden, Ayhutamı, Yavşan(yarısı), Andanu, Mezere, Maharçorumu, Göbeden, Kızıldere, Kırcalı, Asarcık, Karaağaç ve Çamlık.
Mesudiyeli Rumlar ticaret ve el sanatlarında Türklerden daha ileri durumdaydılar. Erik Köyü yakınlarında bulunan Kırcalı Rum köyü kalaycılıkla geçinirdi ve köyde 15’den fazla kalaycı vardı. Nüfusunun tamamı Rumlardan oluşan Maden Köyü’nde 65 demirci dükkânı vardı. Bu köye o yıllarda Sivas, Erzincan, Ordu ve Giresun’dan günde ortalama 25 katırcı gelir ve yapılan aletleri satın alarak giderlerdi.
1878 yılından itibaren (Hamidiye) Mesudiye ilçe merkezinde de demirci dükkânları açılmaya başlanmıştır. Seferberlik yılları olarak adlandırılan 1914-1918 yılları arasında ilçe merkezinde 25-30 kadar demirci dükkânı bulunmaktaydı.
Bıçakçı adlı Rum köyünde Hamam pınarı denilen bir hamam vardı. Özellikle Haziran ayında çevre Rum köylerinden 10-15 kişilik kafileler halinde ziyaretçiler gelirlerdi. Bu ziyaretlerin dinsel bir anlamı vardı. Buraya “Meryem Ana Ziyaretgâhı” denilmekteydi.
Mesudiyeli Rumların erkekleri, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde devam eden Pontus İsyanı’na katılma ihtimalleri göz önüne alınarak öncelikle 1921 yılında  iç kesimlere sürgüne gönderilmişler, bunların büyük kısmı geri dönemeden bulundukları Sivas’tan 1924 yılında Yunanistan’a gönderilmişlerdir.  Geride kalanlar ise 1924 Nüfus Mübadelesi nedeniyle Mesudiye’den Yunanistan’a zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Mübadele ile Yunanistan’a zorunlu göçe tabi tutulduklarında geride yeni inşa ettikleri ama hiç kullanamadıkları bir kilise de kalmıştı. Mesudiye Merkez Kilisesi adını taşıyan bu yapı Kışla mahallesinde bulunmaktadır.  1912 yılında yapılan kilise kullanılmaya başlanılamadan Mesudiye ilçesindeki Rumlar Mübadele Anlaşması sonucu ilçeden ayrılmışlardır.
Mübadelenin yaşandığı dönemde Maden Köyü Karakol komutanı olan ve Rumlar Ordu’ya götürülürken onlara eşlik eden Serpil Köyü’nden Tevfik Başarslan’dı.
Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de “ulus devlet” oluşturmaya yönelik önemli bir tarihsel olaydır. Yunanistan, 1830’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, “Megali İdea”sına göre çizdiği sınırlar içinde, sadece Yunanlılardan oluşan bir devlet kurmayı amaçlarken Türkiye de, benimsediği Misakı Milli sınırları içinde Müslümanlardan oluşan bir devlet kurma çabası içindeydi.
TBMM Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki nedeni vardır: Öncelikli amaç, Batı’nın müdahalesine gerekçe oluşturan azınlıklardan kurtulmaktı. İkinci neden de, Müslüman unsurların kolayca uyum sağlayabileceği düşüncesiyle, Misakı Milli sınırları içinde “ulus devlete” giden yolu açabilmekti. Çünkü Misakı Milli sınırları, Araplar dışında, Osmanlı İmparatorluğu içinde kalan son Müslüman yerleşim bölgelerini kapsamaktaydı.
Mübadele ile Yunanistan’a giden Rumlar, memleketleri olarak gördükleri Mesudiye’yi hatıralarında hep yaşatmışlardır.
Yunanistan Grebene’nin Krifçe Köyü’nde 1933 yılında doğan ikinci kuşak mübadil Todor Çuflaoğlu, babasından ve annesinden dinledikleriyle Mesudiye’yi ve zorunlu göç günlerini bakın nasıl anlatıyor:
“Anne ve babam Ordu Mesudiyeli. Melet Köyü’nden. Babamın adı Yani, annemin adı Elena. Türkçe anadilim. Annem ve babam ölene kadar evde Türkçe konuştular. Babu (baba) hep Türklerle aralarının çok iyi olduğunu anlatıyordu.
Babu memlekette çiftçilik ve hayvancılık yapıyormuş. Bahçe işi de yapıyor, domates ve pancar ekiyormuş. Babamın köyü Türk ve Rum karışıkmış ama hangisi fazlaymış bilmiyorum. Babamın Mesudiye’de bir de su değirmeni varmış. Köyün unlarını buğdaylarını öğütüyormuş. Evimizin geçimini babu sağlıyormuş.
Bir gün babumun evine Türk jandarması gelmiş. Kapıdaki it havlamış ve gidip jandarmayı ısırmış. Babam eniğe (yavru köpek) vurmaya başlamış. Jandarma babama engel olarak;
-Vurmayın, niye vuruyorsunuz? Enik işini yapıyor, demiş.
Buraya geldiğinde ilk zamanlarda davarı yokmuş babumun. 15 seneden sonra davar sürüsü  yaptı, onu da İkinci Dünya Savaşı’nda İtalyanlar aldı.
Türkiye’de Kurtuluş Savaşı başlayınca bizimkiler çeteciliğe katılmamış. Krifçe’ye 1922’de gelmişler. Ailem Krifçe’ye geldiklerinde mübadeleye kadar Türklerle beraber yaşamışlar. Buradaki Türkler Rumca, bizimkiler Türkçe konuştukları için anlaşmaları biraz güç olmuş.
Krifçe o zamanlar Türk köyüymüş. Buraya ayrıca Trabzon, Sivas, Tokat ve Samsun’dan gelenler olmuş. Karadeniz’den gelenler Lazca konuşuyormuş, anne ve babam onlarla da anlaşamamış ilk başlarda. Yıllar sonra burada Rum okulları açıldı. Rumcayı büyüklerimiz de öğrendi, biz de öğrendik. Yayam (ninem) bazı bazı ‘Vatan Türkiye’ diyordu. Yayam Türkiye hasretiyle öldü.
Yunanistan’a yerleştirilen Rumlar için vatan hala Anadolu, vatan hala Mesudiye’ydi. Bu gerçeği Mesudiyeli Rumlar 1939 Erzincan Depreminde de göstermişlerdi. 1939 Yılında Erzincan merkezli büyük depremden Ordu ve bölgesi de etkilenmişti. Özellikle Mesudiye civarında can ve mal kaybı meydana gelmiş, evlerin büyük kısmı yıkılmıştı. 383 kişinin öldüğü depremde 3146 ev yerle bir olmuştu. Deprem, dünyanın birçok ülkesinde yankı uyandırmış, özellikle Ordu bölgesinden mübadeleyle Yunanistan’a giden Rumlar üzerinde derin bir üzüntü bırakmıştı. Rumlar doğup büyüdükleri ve hatıralarının henüz silinmediği topraklar üzerinde meydana gelen tahribattan müteessir olmuşlar, 1940 yılında Sami Karayaka’ya (1928-1932 yılları arasında Mesudiye Belediye Başkanı)  bir mektup yazarak üzüntülerini aktarmışlardır.
Mesudiye’den ayrıldıktan sonra Yunanistan’ın Kılkış kasabasında oturmaya başlayan Mesudiyeli Rumların mektubu şöyledir;
“Gazetelerde okuduğumuza göre bütün Karadeniz ve dâhilinde tehdit amiz alaimullah ve nadirülvuku  hareketi arz eski vatanımızı tahrip ve  ahalisini gam ve sefalete düçar eyledi. Cihanı müteessir eden ve Yunanistan’ın Türk milletine karşı beslediği muhabbeti izhar eyleyen bu havadis bizi de havf ve endişe derununda bıraktı. Ve ulu vatan asariyle alakadar hayat ve mematımız meyanemizde büyük bir teessürat husule getirdi. Ne faide ki zuhur eden kuvveti ilahiye karşı fen ve kuvvetimiz gayri kâfi olup mecburiyetle iş bu taziye namemizle iktifa eder ve teessüratımızı arz ve beyan eylemekteyiz.
Burada bulunan Mesudiye Rumları, hengâm-ı buhranda Türk kardeşlerinden gördükleri insaniyeti derhatır ederek ciddiyetle milli kederinize iştirak eylemekteyiz efendim.
Cenab-ı Hak teselli bahşeyleye. Âmin.”
1940 yılında kaleme alınan bu mektubu, Yunanistan’ın Makedonya bölgesindeki Kılkış Kasabasında oturan Mesudiyeli Rumlar yazmışlardı.
      Onları en iyi anlatan aşağıdaki Karamanlıca ağıt olsa gerektir;

      Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz
      Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz
      Öyle bir mahlud-ı hattı tarikatımız vardır
      Hurufumuz Yunanice Türkçe meram eyleriz.
Not: Mübadil mektupları
Mesudiye Kâfi Sarıca Köyü’nden Zafer Öztürk arşivi

Kategori:Ksenophonmesudiye tarihiMithat Baş tarih araştırmalarımübadillerordu tarihiOrtodoks Türkler

2 Yorum

  1. İlgi ve merakla okudum,,soy ağacımı ama enkaz altında kalmamış olan kısmını çok merak ediyorum.. Her niyeyse bulduklarımın bulmamı istedikleri olduğu konusunda duygulara sahibim.. O yüzden yazdıklarınızı merak ve sevgi ile okuduğumu bilmenizi isterim..

Unknown için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et