İçeriğe geç

Türkler ve Ermeniler

Last updated on 27 Aralık 2022

  TÜRKLER VE ERMENİLER
Tarihte ulusların birbirleriyle ilişkilerine bakıldığında birçok faktörün bu ilişkilerin şekillenmesinde rol oynadığı görülür. Bunlar; ekonomik çıkarlar, coğrafi yakınlık, inanç sistemlerinin farklı olup olmayışı ve başka ülkelerin iki ülke halkı üzerindeki etkileri olarak belirtilebilir.
Türkler ve Ermenilerin ilişkileri 11. yüzyılda başlar. Ermeniler, Anadolu’nun, özellikle de Doğu Anadolu’nun bir kısmında diğer kavimlerle birlikte yaşamakta olan bir toplumdur. Türklerin Anadolu’ya girmelerine ve burada yurt tutmak istemelerine önceleri direnmek istemişlerse de, Anadolu’daki diğer kavimler gibi onlar da yoğun Türkmen göçünün önüne geçememişlerdir. 15. yüzyılda Anadolu artık çoğunlukla Türk nüfusuna sahiptir.
Anadolu beylikleri, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında hem Ermeniler, hem de diğer etnik unsurlar Anadolu’da uzun bir süre birlikte yaşayabilmişlerdir. Bu “sessiz dönem” yüzyıllarca devam etmiştir. Bu dönemde sadece Türk kökenli Celali ve Suhte isyanları görülmüştür. Bu isyanların temelinde de toprak mülkiyetine ve siyasi baskılara itiraz ile dini inançların dayatılması yatar.  Rumlar ve Ermenilerde ciddiye alınacak bir başkaldırı yoktur. Hatta Osmanlılar, Ermeniler için “Sadık Millet” bile demişler, yönetim kademelerinde özellikle Tanzimat’tan sonra çok sayıda Ermeni’ye görev vermişlerdir.
1789 Fransız İhtilalı’ndan sonra milliyetçiliğin gelişmesiyle birlikte birçok imparatorlukta, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nda çeşitli etnik gruplar “bağımsızlık” mücadelesine girmişler ve kendi devletlerini kurmaya başlamışlardır. Halkların “birlikte yaşayabilme” ihtimali, milliyetçi fikirlerin gelişmesiyle büyük oranda ortadan kalkmıştır. 19. yüzyılda Ermenilerin bazı küçük isyanları olmuşsa da girift bir şekilde iç içe yaşayan Türkler ve Ermeniler için o tarihlerde iki farklı coğrafya bulunmadığından bağımsız bir Ermeni Devleti oluşamamıştır.
Türkiye’de “Ermeni Meselesi” ya da “1915 Ermeni Tehciri” hakkında epeyce yazılar yazıldı. Kimi zaman birbiriyle çelişen makaleler ve konuyla ilgili bildiriler okuyucuların kafasını karıştırmaktan öteye bir anlam taşımadı. Konuyu etraflıca ve objektif olarak öğrenmek isteyen okuyucular, bu yazılanlardan hangilerinin sağlam verilere dayandığını bilmek istediler.
Bir gerçeğin altına çizmekte fayda vardır. 1915 yılında yaşanan acı olaylar, 1944 yılından itibaren Ermeni diasporası tarafından soykırım (genocide) olarak dillendirilmeye başladı. O zamana kadar “Kıtal-mukatele” olarak dillendirilen bu Osmanlıca ifade “karşılıklı vuruşanlar” anlamına gelmektedir.
Gerçek bir dramdır 1915’te olup bitenler. Osmanlı’nın parçalandığı günlerdir. O yıllarda İttihat ve Terakki ile Taşnak, kader birliği içinde canciğer kuruluşlardır. O kadar ki, 1908’de yapılan seçimlere Taşnak Partisi’nin adayları, İttihat Terakki Partisi’nden katılırlar ve meclise 14 milletvekili gönderirler. Osmanlı İmparatorluğu’nun geriye kalan bölümünde birlikte yaşanacaktır hesapça.
Emperyalizm ise aynı fikirde değildir. Bu yüzden bu hesaplar tutmaz. Çarlık Rusyası’ndan ve Avrupa’dan yollanan ajanlar, Anadolu’nun Ermeni yoğun bölgelerinde kışkırtma tohumlarını saçmaya başlarlar.
Türkiye ise 1914 Ağustos’unda ilan edilen seferberliği müteakip 20-45 yaş arasındaki insanlarını büyük savaşa göndermiş, birçok cephede savaşmaktadır. 15 Aralık 1914-10 Ocak 1915 tarihleri arasında Sarıkamış’ta büyük bir felakete maruz kalmış, 60 bine yakın evladını bu savaşta kaybetmiştir. 1915 yılının ilk aylarında Çanakkale’de de büyük savaşlar olmakta, 250 bine yakın Mehmetçik de bu cephede zayiata uğramıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri Ruslar, İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilmektedir. Bu işgalcilerin kışkırttığı işbirlikçi Ermeniler düşmanla tam bir işbirliği içindedir.
Önce Balkan Savaşlarıyla başlayan Osmanlı Devletinin bölüşülmesi süreci, batılı gelişmiş devletler için I. Dünya Savaşı’yla bir amaç haline gelmiştir. İngiliz, Fransız, İtalya ve Rus orduları her taraftan Osmanlı Devleti’ne karşı saldırı başlatmışlardır. Bu saldırılar sırasında Osmanlı vatandaşları sayılan azınlık grupların büyük çoğunluğu emperyalist güçlerle işbirliğine yönelmişlerdir.
Fransızların Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgalleri sırasında Fransız ordusundaki askerlerin büyük çoğunluğu Ermenilerdir. Aynı tarihlerde Osmanlı Ermenilerinin isyanı ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusyası’nın yanında savaşa katılmaları, Osmanlı Devleti’nin bu topluma tehcir uygulamasının önemli nedenlerinden biridir. Çok sonraları ülkeler arasında kabul edilen “Cenevre sözleşmesi” bile tehcir uygulamasını “askeri gereklilik” olarak kabul etmiştir.  
 Ermeniler’in ‘Büyük Felaket’ (Medz Yeğern) diye adlandırdıklardı acılı günler başlar.
Bu gerçek bir dramdır. Çünkü Ermeni Toplumu, batılı araştırmacılar tarafından zamanında ‘Hıristiyan Türkler’ diye adlandırılacak kadar Türklere yakın ve daima iç içe olmuştur. Bunlardan iki isim olayların daha iyi anlaşılması bakımından çok önemlidir. Dede Hamparsum Limonciyan Efendi (1768-1839) ve Besteci Vartabed Gomidas (1869-1935)
Hamparsum Efendi, Hıristiyan’dır. Aynı zamanda Mevlevi Dedesi’dir. Ortaçağ’da Ermeni kiliselerinde kullanılan Khaz Sistemi’ne dayalı, Hamparsum Notası diye bilinen bir notasyon geliştirerek Klasik Türk Müziği’nde kullanılmasını sağlamış; böylece Türk Musîkisi eserlerinin kaydedilerek günümüze ulaşmalarında hayati bir rol üstlenmiştir.
Gomidas ise Anadolu’yu adım adım dolaşarak Türk-Kürt-Ermeni, 3 bin’den fazla halk şarkısı derleyerek bugüne aktarımlarını sağlamıştır.
Ermenistan yoksul bir ülkedir. Diyaspora’nın eline bakmaktadır. Diyaspora Ermenilerinin ise halleri vakitleri yerindedir. Soykırım teraneleri, içki masasındaki mezeleri haline gelmiştir.
Günümüzde Türkiye’yi soykırımcı ilan etmeye çalışanların temel dayanağı da I. Dünya Savaşı sırasında 1915 yılında yapılan Ermeni tehciridir. Tehcir soykırım değildir. Farklı bir ülkenin toprağına sürgün de değildir. Bir olayın soykırım sayılmasının çeşitli kriterleri vardır. Ermeni tehciri bu kriterlerin hiçbirine uymadığı gibi, nedenleri iyi araştırıldığında da Ermenileri devamlı kışkırttığı için altından Fransa’nın çıktığı görülür. 
Konuya Uluç Gürkan’ın Ermeni Sorununu Anlamakadlı eserinden devam edelim:
“Tehcir kararının meşru nedenlere dayandığı inkâr edilemez. Ermeniler, bazı Amerikan misyonerlerinin raporlarının ortaya koyduğu gibi, tehcir kararından önce de ele geçirdikleri köylerde zulümler yaptılar. Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya’yı kurtarıcı olarak gördüler ve onlara destek vermekle kalmayıp onların safında çarpıştılar.
Fransız işgal kuvvetlerinin çoğunluğunun Ermenilerden müteşekkil olması Osmanlı Hükümeti’ni rahatsız etmiştir. Fransa ordusuna mensup Osmanlı vatandaşı Ermenilerin bölgede yaptığı katliamlar da kanıtlarıyla ortadadır.”
Bu bağlamda, bize unutturulmak istenen gerçek, I. Dünya Savaşı sonrasında çok sayıda İttihat ve Terakki Partisi yöneticisinin “Ermenilerin toplu katliamı” suçlamasıyla üç yıla yakın süre Malta’da tutulmuş ve Sevr Antlaşması hükümleri uyarınca “soruşturma” kapsamına alınmış olmalarıdır. Bu soruşturmayı yürüten makam Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’dır. Atanmış herhangi bir rütbeli savcı değildir.
Son derece iddialı ve kapsamlı bir soruşturma yapılmıştır. İşgal altında el koyulan Osmanlı arşivinin yanında, İngiltere ve Amerika’da “Ermeni katliamı” konularında bilgi, belge taranmış, ancak “bir hukuk mahkemesinde “geçerli sayılabilecek” hiçbir kanıt bulamamış; “takipsizlik-kovuşturmaya yer olmadığı” hükmüne vararak üç yıla yakın süre Malta’da tutulan İttihat ve Terakki yöneticilerinin serbest bırakılmalarını sağlamıştır
İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın bu kararının, “Ermeni soykırımı” iddialarını kökten çürüten hukuki sonuçları olduğu inkâr edilemez. Malta’daki bu yargı süreci, Yahudi Soykırımı yargılamasının yapıldığı Nürnberg Mahkemesi ile benzer uluslararası hukuk kurgusunda gerçekleşmiştir.
Bu konuda bir de Mondros Mütarekesi’yle başlayan işgal döneminde iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf hükümetleri tarafından İngilizlerin baskısıyla kurdurulan askeri mahkemelerin yaptığı yargılamalar vardır.  Bu mahkemeler hakkında İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, 1 Ağustos 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda “Mahkeme süreci, hem bizim hem de Türk Hükümeti’nin itibarını zedeleyen bir maskaralığa dönüşmüştür” değerlendirmesini yapmıştır.
Kuşkusuz tehcir acı bir olaydır. Bu acı olayı tek taraflı olarak kullanmak, tarihin tekzip ettiği bir kurnazlıktır. Hem Türklerin, hem de Ermenilerin çektiği acılara saygısızlıktır.
Tarihi belgelerden korkan kalemler, 1912-1922 yılları arasında Anadolu ve Balkanlarda yok olan Türklerin ve diğer Müslüman unsurlara ait kayıpların dökümünü bile yapmamışlardır.
Acı, tek taraflı değildir. Halkların kültürel kimliklerine saygı duyulur. Buna en fazla da Osmanlı Devleti saygı göstermiştir.  Ancak, tarih de, önyargıyla hareket eden yönlendirilmiş parlamentolar ve emperyalizmin kukla kalemleri tarafından yazılamaz.

Kategori:Ermenilerkuva-i milliyeMithat Baş tarih araştırmalarımübadillerMüslümanlıktarihtehcirTürk kültürü

Tek Yorum

  1. Adsız Adsız

    Eline sağlık babacığım. Türk-Ermeni ilişkilerini çok güzel özetlemiş olduğun bu makalenin bana ve diğer okuyucularına fayda sağladığını; son paragrafın ise her Türkiye vatandaşının konuya ilişkin değerlendirmelerine mihenk taşı olması gerektiğini düşünüyorum. Sevgiler Yıldız

Adsız için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et