Last updated on 27 Aralık 2022
BACIYAN-I RUM (Anadolu Bacıları) Dünyadaki İlk Kadın Örgütlenmesi:
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Miyase İlknur’un gazetesindeki köşesinde “Dünyada İlk Kadın Örgütlenmesi Bacıyan-ı Rum” adlı bir makalesi yayınlandı. Emek verilmiş, güzel hazırlanmış bir makaleydi. Umarım yeterince okunmuştur. Bizi yönetenlerin dikkatini çekmiştir.
Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde bu topraklarda oluşan çeşitli sosyal grupların ve bu grupların işlevlerinin neler olduğu konusunda benim de çalışmalarım olmuştu. Bunları “Ordu Yöresinde Oğuz Boyları”, Ordu Yöresi Tarihi” ve “İlkçağdan Günümüze Ordu Tarihi” adlı kitaplarımda ayrıntılı bir şekilde açıklamaya çalışmıştım.
Kadınlarımızın “İstanbul Sözleşmesi” konusundaki hassasiyetlerini de dikkate alarak dünya tarihinde bir ilk olan, tarihimizdeki bu eşsiz örgütlenmeyi tekrar gözden geçirmekte yarar gördüm. Biraz tarihimizin derinliklerine inelim.
Anadolu, 11. Yüzyıldan itibaren yüzyıllarca sürecek büyük bir Türkmen göçü dalgasına sahne olmuştur. Bu durum irili ufaklı göçlerle yaklaşık beş yüz yıl sürmüştür. Göçler sonucu burada kurulan Türk beylikleri ve Türk devletleri, kendi soydaşları olan ve Orta Asya’dan kopup gelen Türkmenlerin başına buyruk ve ayrılıkçı özellikleriyle her dönem mücadele etmek durumunda kalmışlardır.
Yüzyıllarca süren bu irili ufaklı göç dalgalarını üç ana bölümde belirtmekte fayda vardır. İlk büyük göç dalgası Malazgirt Meydan Savaşı’nın hemen ardından gelen dalgadır. İkinci dalga 1220’li yıllarda, üçüncü büyük dalga da 1525 yılında meydana gelen göç dalgasıdır.
İlk göç dalgaları daha düzenli olarak gelmiş ve kontrol altında tutulabilmişken, 13. yüzyılın büyük göçü karşısında Anadolu Selçuklu Devleti güç durumda kalmış, sosyal olaylar ve çatışmalar kontrolden çıkmıştır.
1220’li yıllardaki Moğol istilası sonucu çok kalabalık Türk kitleler, Anadolu’ya ikinci büyük dalga olarak gelmişler, Anadolu’nun demografik yapısını değiştirmişlerdir. Yerleşik hayata geçmeye pek hevesli olmamışlar ve sonuçta Anadolu Selçuklu Devleti’nin parçalanmasına neden olan sebeplerden birisi olmuşlardır.
Bu göç dalgasının Moğol zorlaması sonucunda oluşması ve Türkmenlerin İslam kurallarının geçerlilikte bulunduğu topraklarda çok az kalarak Anadolu’ya yönelmesi, yeni bir durum yaratmıştır. Yeni gelen Türkmenler, göçebe alışkanlıklarına ve kültürüne daha bağlı, İslam düşüncesinde daha yeni, düzenli bir devlet otoritesini kabulde daha hazırlıksızdılar. Nitekim problemler doğmakta gecikmedi. Yeni gelenlerin İslam anlayışları ve yorumları, kendi kabile yaşamlarına ve şaman geçmişlerine daha yatkındı. Bu durum, mevcut kurumlarla sınıf çelişkilerinin dini bir düzeyde yansımasına yol açtı.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin l243 yılında Moğollara yenilmesi sonucu Anadolu’da yıllarca süren bir kargaşa dönemi başladı. Moğollar Anadolu’nun ortalarına kadar girip Sivas ve Kayseri’yi ele geçirdiler. Selçuklu Sultanı, Antalya’ya kadar kaçtı. Moğolların baskı ve yağmalama hareketleri Anadolu’da muhatap bulamayıp başsız kalan Türkmenleri çeşitli arayışlara itti. Anadolu’da tam bir kargaşa yaşanmaktaydı. Türkmenler artık “kendi başlarının çaresine bakmak” durumunda kalmışlardı.
Bununla birlikte Moğol istilası, Anadolu’da Türkmen sayısını da çoğalttı. Moğol baskısından kaçan Türkmenler ve öteki Türk grupları Azerbaycan’dan Anadolu’ya aktılar. Anadolu Selçuklu Sultanlığı zayıfladığından, uçlardaki Türkmenlerin hareket serbestîsi arttı. Bizans ve Pontus arazisi içlerine doğru genişlediler. Moğol istilası sırasında Mevlevi tarikatı mensupları Moğolları destekleyip onlara övgü dolu şiirler yazarken Anadolu Türkmenleri Moğollarla mücadele içindeydiler.
Anadolu, nüfus anlamında Türkleştiği gibi, kültürel anlamda da Türkleşmeye başlamıştı. Türkmenlerin sosyal ve kültürel yaşamlarını yönlendiren mesleki ve dini örgütlenmeler de hızla çoğalmaya başlamıştı.
Anadolu’daki Türkmenlerin bu sosyal gruplar halinde yapılanmaları, çeşitli adlarla anılmaya başlamıştı. Bunlardan başlıcaları şunlardı:
Gaziyan-ı Rum (Anadolu Gazileri), fetihte görev almış savaşçılardı.
Abdalan-ı Rum (Anadolu Abdalları), Hoca Ahmet Yesevi ekolüne bağlı dervişlerdi.
Ahiyan-ı Rum (Anadolu Ahileri), Mesleki örgütlerdi.
Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları), Ahilerin eşleri idi.
Burada kullanılan “Rum” sözcüğü Anadolu anlamındadır. 18. Yüzyıla kadar da bu sözcük Anadolu anlamında kullanılmıştır. Özellikle Müslüman Ortadoğu halkları tarih boyunca Anadolu’ya “Diyar-ı Rum” yani “Roma diyarı” demişlerdir. Sözcük 18. Yüzyıldan sonra etnik anlamda kullanılmaya başlanmış, anlamından uzaklaştırılmıştır. Örneğin “Mevlana Celaleddin-i Rumi” ifadesi, Anadolulu Mevlana anlamını taşır.
Bu yazımızda Anadolu’da kurulmuş sosyal gruplardan Bacıyan-ı Rum’u konu edineceğiz. Çünkü bu grup kadın örgütlenmesinin dünya tarihindeki en eski ve en köklü kurumudur. Sadece Türk toplumuna özgü olması da ilginçtir.
Bacıyan-ı Rum (Anadolu bacıları) denilen grup, Arap ve Fars kültürünün aksine Orta Asya Türk kültüründe kadınların önemli bir yeri olduğunun en güzel kanıtıydı. Bu kadınlar, ahi örgütlerinde, tekke ve zaviyelerde görev alırlar ve yemek pişirme, temizlik ve misafir ağırlama gibi işler görürlerdi. Tekke sahibinin eşine “Hatun ana” denirdi.
13. yüzyılda Türkmen erkeklerinin mensup olduğu Ahi örgütü “Ahiyan-ı Rum” teşkilatının bir benzeri de, “Bacıyan-ı Rum” yani Anadolu Bacıları teşkilatıdır. Ahiliğin kurucusu olan Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı (Fatma Ana, Kadın Ana, Hatun Ana diye de adlandırılmıştır.) tarafından kurulan bu örgüt, dünya tarihindeki ilk kadın meslek örgütü olarak da anılmaktadır.
Bu konuda Miyaser İlknur’un şu önemli tespitlerini belirtmekte fayda vardır:
“Avrupa’da Sanayi Devrimi öncesinde nitelik gerektirmeyen ve çoğunlukla da aile içi işletmelerde vasıfsız içi olarak çalışan kadınların bir ücret karşılığı işgücüne katılması ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Emek yoğun işlerde ucuz işgücü olarak yararlanılan kadınların örgütlenmeleri de ancak 19. yüzyılla birlikte mümkün olacaktır. Oysa Anadolu’da kadınlar daha 13.Yüzyılda kendi başlarına iş kurabilme, ara mal üretme, ürünlerini kadınların kurduğu çarşılarda satma ve çalışan kadınlarla dayanışma amaçlı örgüt kurarak dünyadaki ilk kadın örgütlenmesini de gerekleştirme başarısına imza atmıştır. Ancak ne hazindir ki, Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) örgütünden bırakın dünyayı, bu topraklarda bile konu ile ilgili bir avuç akademisyen dışında haberdar olan yok.”
Anadolu Bacıları da denen bu teşkilata mensup kadınlar, gerektiği zaman düşmanlara karşı yapılan savunma savaşlarında eşlerinin yanında onlara yardımcı olup mücadele ederken, nakış işleri, örgü işleri, keçecilik, kilim ve halı dokumacılığı, ipek ve pamuk ipliği üretimi ve bunlardan yapılan değişik giysiler üretmeleri ile ekonomik alanda önemli rol oynamışlardır. Ahiler, kasabalarda bu kadınlara ait çalışma yerleri bulunmasına özen gösterirlerdi.
Anadolu Bacıları sosyal alanda da, yetim ve kimsesiz genç kızları himayeleri altına almış, onların eğitimlerinden evlenip ev bark sahibi olmalarına kadar birçok konuda sorumluluk almışlar, kimsesiz ihtiyar kadınların bakımlarını üstlenmişlerdir. Bacıyan-ı Rum teşkilatı mensupları kültürel ve ahlaki alanda da yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliliğin gelişmesinde çok önemli rol oynamışlardır.
Ahi Evran, göçebe Türkmenlerin şehirleşmesinde onları piri olduğu teşkilat aracılığıyla sanatkâr yaparak katkı sunarken eşi Fatma Bacı da benzer işlevi Türkmen kadınları iş sahibi yaparak gerçekleştirmiştir.
Diğer İslam coğrafyalarında ve Avrupa’da kadının çalışması ve hele kendine ait bir işyerinin olması hayal bile edilemezken Anadolu’da Bacıyan-ı Rum örgütü sayesinde kadınlar iş hayatına katılabilmişlerdir. Bacıyan-ı Rum üyesi kadınlar Ahilerle birlikte mesleki eğitim kursları düzenliyor ve bazı akşamlar kadınlı erkekli yemekler düzenliyorlardı.
Bacıyan-ı Rum örgütü, siyasi kimliği ve Ortodoks Sünni din anlayışını reddeden Bâtıni tasavvuf eğilimi nedeniyle o günden bugüne ne devlet katında ne de akademi dünyasında gereken ilgiye mazhar olamamıştır. Ülkemizde günümüzde de devam eden Sünni İslam Milliyetçiliği ile Seküler Türkler arasındaki görüş ayrılıkları tarihimizi doğru algılamamıza engel teşkil etmektedir. Bu nedenle de dünya tarihindeki bu eşsiz kadın örgütlenmesini ne kendi halkımıza ne de dünyaya anlatabilmiş değiliz.
Dünyada Ahilik teşkilatı ile birlikte kooperatifçiliğin de ilk örneğini oluşturan Bacıyan-ı Rum, sadece mesleki bir teşkilat değil aynı zamanda siyasi faaliyetlerin de yürütüldüğü bir kadın örgütlenmesidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin halkın yaşamını zorlaştıran kimi uygulamalarına karşı direniş gösterdiği gibi Moğol istilasına karşı da bulunduğu şehri teslim etmek istemeyen Ahi Teşkilatı’yla birlikte amansız bir direniş göstermiş, bunun bedelini de canlarıyla ödemişlerdir.
Ahilik Teşkilatı’nın kurulması ve yaygınlaşmasında Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’ın verdiği desteğin payı büyüktür. Alâeddin Keykubad’ın, oğlu II. Gıyaseddin Keykubat tarafından zehirlenmesi, Ahiler ve Türkmenler üzerinde sarsıcı etki yarattı ve o nedenle yeni sultana karşı direnişe geçtiler. II. Gıyaseddin Keykubat, Ahilerin birçoğunu öldürdü. Sultanın kötü yönetiminden faydalanan Moğollar Anadolu’ya akınlar başlattı. Kösedağ’da Selçuklu ordusunu yenilgiye uğratan Moğollar, Tokat ve Sivas’ı hiçbir direnişle karşılaşmadan aldılar. Dönemin en önemli ticaret merkezi olan Kayseri’ye girmek istediklerinde Ahiler ve Bacılar şehri teslim etmeyip direnişe geçtiler. Ancak Kayseri Subaşısı, Moğollara yol göstererek su yolundan onları şehre soktu. Ahiler ve Bacılar kılıçtan geçirildi Liderleri esir alındı, örgütleri dağıtıldı.
Moğol istilası sırasında Ahiler ve Bacılar Kırşehir’de de direnişe geçtiler. Mevlana Anadolu’yu işgal eden Moğollara destek verdi. Anadolu Türkmenleri Mevlana’nın bu tutumunu hiçbir zaman affetmediler. Fakat Moğollara karşı direnişe geçen Ahiler arasında bu yüzden babası ile arası açık olan Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi de vardı. O, haksızlığa dayanamamıştı. Garip bir tecelli Mevlana’nın müridi Kırşehir Emiri Nurettin Caca, bu direnişi kanla bastırdı. Ahi Evran, Mevlana’nın oğlu ve Ahilerin çoğu kılıçtan geçirildi. Ahi Evran öldüğünde 90 yaşındaydı. Ankara, Denizli, Çankırı, Aksaray ve Tokat’ta da direniş kanla bastırıldı. Mevlevi tekkesine bağlanmayı reddeden Ahiler ve Bacıyan-ı Rum mensupları uç bölgelere göçtü.
Bacıyan-ı Rum örgütü böylece dağıtıldı. Fatma Bacı da Hacıbektaş’ın yanına, Suluca Karahöyük’e sığındı. Hacı Bektaş’ın evlatlığı olan Fatma Bacı burada İdris Hoca adlı biri ile evlendi. Hacıbektaş’ın nefes evladı olup, onun ilminin ve felsefesinin Abdal Musa ile birlikte günümüze kadar ulaşmasını sağladı.
Ahilik örgütünün erkek üyeleri, “Eline, beline, diline sahip ol” temel felsefesine sahip iken, Anadolu Bacıları da “Eşine, işine, aşına sahip ol” ilkesini yaşamış ve yaşatmışlardır.
Bu olay, sadece Ahilik veya Anadolu bacılarının zarar görmesiyle kalmamış, Anadolu Müslümanlığının da büyük yara almasına neden olmuştur. Özellikle 16. Yüzyıldan itibaren Sünni İslam Milliyetçiliği, kendisinin dışındaki Seküler Türkmenleri ve onların İslami yorumlarını düşman olarak algılamıştır. Tarikatların etkisi altındaki Sünni İslam Milliyetçiliği, Anadolu Müslümanlığının o hoşgörülü yönünü değiştirmiş, Arap örfünün din olarak algılanmasına sebep olmuş, İmam-ı Azam’ın ekolünden gelen İmam Maturidi’nin akılcı görüşleri ötelenmiştir. 11. ve 16. Yüzyıl arasındaki “Popüler İslam Dönemi” böylece yok edilmiştir. Müslüman Türk kadını, toplum hayatından iyice tecrit edilmiş, kırsal kesimde yaşayan kadınlarımızın bir kısmı dışında, Cumhuriyetin ilanına kadar neredeyse tümü ev hapsine mahkûm olmuşlardır.
Anadolu toplumu bir daha Hacı Bektaş-ı Veli veya Yunus Emre gibi kişilikleri yetiştirememiştir.
Anadolu Müslümanlığına bir darbe de 16. yüzyılın son çeyreği ile 17. yüzyılın ilk yarısı arasında vuku bulan Suhte (Medreseli) İsyanları vurmuştur. Bu nedenle tarihimizdeki Suhte İsyanlarını iyi inceleyip sosyal ve siyasal yönlerini araştırmamız lazımdır. Ancak o zaman günümüzdeki toplumsal yapımızı ve toplumsal geçimsizliklerimizi anlayabiliriz.
Kaynak:
Mithat Baş, Ordu Yöresi Tarihi, Ordu Belediyesi Yayını, Ordu 2012
Mithat Baş-Ahmet Gürsoy, Ordu Yöresinde Oğuz Boyları, Ankara 2008
Miyase İlknur, Bacıyan-ı Rum makalesi, Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı
Lâiklik olmadan insanın özgürleşmesi mümkün değıldir. Haliyle demokratik bir düzende gerceklestirilimeyecektir. Mithat Hocama tşk. Ederim.
Sevgili Nedim, tam da makalenin anlatmak istediğini tespit etmişsin. Teşükkerler.
Bu yorum yazar tarafından silindi.