İçeriğe geç

Aleviler ve Mustafa Kemal

Alevilerin Mustafa Kemal’i neden sevdikleri konusunda birçok spekülasyon yapılmıştır. Ancak bu sevginin tarihsel kökeni pek incelenmediği için bu sorunun yanıtını özel araştırmada bulunanlar ve özellikle de Aleviler iyi bilir.
Anadolu Alevilerinin rahatsızlıkları Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde pek görülmez. Her ne kadar 15. Yüzyılın başlarında Fetret döneminde padişahların her şeye sahip olma fikrine karşı “eşit paylaşım” diye isyan eden Şeyh Bedrettin ve 16. Yüzyılda benzer fikirleri savunan Pir Sultan Abdal, Alevilerin haksızlıklara karşı mücadele başlatan önderleri olarak görülmüşse de, Alevilerin asıl dışlanması II. Beyazıt zamanından itibaren başlamıştır. II. Beyazıt ve onun oğlu Yavuz Sultan Selim zamanında Eş’ari-Arap kökenli tarikatlar devleti kuşatmış, birtakım tarikatlar özellikle Nakşibendîlik, Aleviliğe karşı Osmanlı Devleti yönetimince bir silah gibi kullanılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında da bu durum devam etmiştir.
Aleviler, Osmanlı yönetimine egemen anlayış olan Sünni İslam anlayışının günümüzde bile “büyük hukukçu ve âlim” dedikleri Ebussuud Efendi’nin 16. Yüzyıldaki fetvalarını unutmamışlardır. Ebussuud Efendi bu fetvalarında “Kızılbaşların can ve mallarını almanın helal olduğu ve kestikleri hayvanın etinin mundar olduğu” yönünde fetvalar çıkararak devlet yönetiminin uyguladığı o yıllardaki “hukuku” etkilemiştir. Ebussud Efendi’nin fetvaları Alevilerle de sınırlı kalmamış, Yunus Emre’nin şiirlerini bile din dışı kabul ederek bu şiirleri okuyanların katlini caiz görmüştür. 
Devletin Sünni İslam’ı yayma çabasıyla Anadolu Alevi-Bektaşileri üzerindeki asılsız iddiaların oluşturduğu baskı yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Aleviler, 17. Yüzyıldaki Köprülüler döneminde kısa süreli uygulanan laik uygulamalarla biraz nefes alsalar da, II. Mahmut döneminde en büyük darbeyi yemişlerdir. II. Mahmut, Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla Alevi-Bektaşi dergâhının başında bulunan Hamdullah Çelebi’yi Amasya’ya sürgün ettirmiştir. Bununla da kalmamış, bu dergâhın başına yüzyıllardır Alevilere düşman olarak görülen Nakşibendî tarikatına mensup Şeyh Mehmet Sait Efendi’yi getirmiştir. Padişah hızını alamamış, dergâhın tam ortasına bir de cami yaptırmıştır.
Meşrutiyetin ilanı ve sonrasında da Aleviler Sünni devlet inancının etkisinden kurtulamamışlardır. Son yüz yıllık bu dönemde iyice sessizliğe bürünen Aleviler ibadetlerini “dede” veya “baba” olarak adlandırdıkları aracılarla yürütmüşlerdir.  Dergâhı ise, Hacıbektaş’ta yerleşik Anadolu Alevi inancı yolundan giden Çelebiler, resmi olmayan yönden yönetmişlerdir.
Hacıbektaş dergâhı, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır. Mustafa Kemal, 26 Haziran 1919’da dergâhın Sivas Kongresi’ne temsilci göndermesini istemiştir. Bu olay bir kırılma noktasıdır. Aleviler, yüzyıllardan beri ilk kez kendilerine resmi bir davet geldiğini görmüşler ve bunu önemsemişlerdir. Ayrıca Mustafa Kemal 24 Aralık 1919’da Ankara’ya giderken Hacıbektaş dergâhını ziyaret etmiştir. Bu dergâhtan Cemalettin Çelebi, ilk mecliste Kırşehir milletvekili olmuştur. Bu durum, Alevi kimliğiyle bir kişinin ilk kez milletvekili seçilmesidir.
Yeni kurulan Cumhuriyetle Mustafa Kemal zamanında Aleviler hep barışık olmuşlardır. Cumhuriyet devriminin onlar için getirdiği en önemli olgu kuşkusuz laisizmdir. Bu sayede kendilerini devlet karşısında diğer cemaatlerle eşit görmeye başlamışlardır.
 Atatürk Cumhuriyeti ilan ettiğinde, bu yeni sistem, halkı oluşturan bireyleri devlete “yurttaş” kimliği ile bağlıyordu. Cumhuriyet, gerek Alevilerin, gerekse diğer Sünni anlayışa sahip toplulukların benzer sistemlerini çökerterek halkı yurttaş yaptı ve bir anayasa çatısı altında topladı. Yani, artık yurttaşların her türlü hukuku, devletin belirlediği kıstaslar ile hukuka ve onun bilimsel, evrensel ilkelerine konu olacaktı.
1931 yılında Türkiye Cumhuriyeti içindeki bütün tekke, zaviye ve tarikatların kaldırılmasından sonra, kendisi de bir Bektaşi olan Ziya Bey, Bektaşilik üzerine bir seri yazı yayınlamıştır. Bu yazılarının sonunda “Cumhuriyetin Bektaşi tarikatının uzun süredir gerçekleştirmeye çalıştığı ıslahatları tamamladığı, dolayısıyla tarikatın artık gereğinin kalmadığı” şeklinde açıklamalar yapması son derece ilginçtir. Bu ifadeler, genç cumhuriyete ve onun önderi Mustafa Kemal’e Alevilerin büyük bir güven duyduklarının en açık ifadesidir. Bektaşilerin öngördükleri ıslahatlar arasında halifeliğin kaldırılması, kadınlara eşit haklar tanınması ve dini taassubun azaltılması da vardı.
Mustafa Kemal Atatürk döneminden sonra Alevilere takınılan tavırları ve süreç içinde devlete tekrar küsmeye başlamalarının sebeplerini onlardan iyi açıklayacak kimse yoktur.
Bugün kimi çevrelerin sanki kendileri Alevileri çok seviyormuş gibi kışkırtmaları, Alevilerin içindeki Mustafa Kemal Atatürk sevgisini yok edememiştir. Çünkü Mustafa Kemal hayatı boyunca Alevilerin de çok çektiği dini taassupla mücadele etmiş ve ömrünü buna adamış bir büyük önderdir.
Bu konuda en güzel yanıtı bir Alevi önderi veriyor. Hacıbektaş Postnişini Veliyettin Ulusoy 20 Kasım 2014 günü yapılan cemde son yıllarda depreştirilen Dersim tartışmaları ile ilgili şunları söyledi: “Ben Atatürk’ü sevme hakkımı kullanmak istiyorum…Ama Dersim’de yaşanan, çocukların, kadınların mağaraya doldurulup öldürülmüş olması acıydı, insani değildi. Ancak orada olan da, yeni kurulan cumhuriyete başkaldırıydı.”    
Alevilerle barışık olmanın ve onların dertlerini anlamanın tek yolu vardır. Tarihimizdeki Sünni İslam anlayışıyla “yüzleşmek”. Tarihle yüzleşelim diyenlere hodri meydan. Son bin yıllık tarihimizle alabildiğine yüzleşelim. Türk dilinin ve Türk kültürünün nasıl yok edilmeye çalışıldığını, devlet kademelerinden Türkmenlerin uzaklaştırılıp devletin devşirme siyasetine nasıl teslim edildiğini ve tarih boyunca Türkmenlerin yediği darbeleri anlayıp yüzleşelim. Türk dilini ve kültürünü günümüze taşıyanları bilelim.
Ben yüzleşecek ve yazacağım.

Kategori:alevilikMithat Baş tarih araştırmalarıMustafa Kemaltarihtarikatlar

Tek Yorum

  1. Adsız Adsız

    Adım yavuz uzun. uzun_yavuz@hotmail.com beni hoşgörüsüz olarak nitelendirmenizi anlayamadım. Sadece soru sordum. Ibadethaneleri seçmek te insanlar özgürdür amenna. Aynı dinin mensupları arasında başlangıçta iki ayrı ibadethane mı vardı? Beni hoşgörüsüz olarak tanimlamaniz hakikaten zoruma gitti. Neyse yine de her fikir önemlidir diyerek noktalayalım. Saygılar.

Bir yanıt yazın