Osmanlı tarihinde 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısı arasındaki kaotik döneme “Büyük Kaçgun Dönemi” denir. Kimi tarihçilerin “Celali Fetreti” dedikleri yaklaşık 100 yıllık bu sürecin iyi bilinmesi, tarihimizin çok daha iyi anlaşılması ve günümüzdeki sosyo-kültürel ilişkilerin daha bilimsel analiz edilebilmesi için bir zorunluluktur. Bu dönemde hem Celali İsyanları, hem de Suhte (Medreseli) İsyanları Anadolu’yu kasıp kavurmuştur. Tarihlerimizde sadece Celali isyanlarını verip, asıl yıkıcı olan Suhte isyanlarının anlatılmaması ilginçtir. İlginç olduğu kadar da objektif tarih anlayışına ihanettir. Asıl Suhte isyanlarından sonra Anadolu’da mezhepçilik artmış, halk arasında ayırım yapılmaya başlanmıştır.
Şimdi bu olaylara bir göz atalım.
Şimdi bu olaylara bir göz atalım.
1590’ları takip eden 20–30 yıl boyunca daha da yoğunlaşarak devam eden bu isyanlar, Anadolu’nun sosyal düzeninin bozulmasına yol açmış, kır ve şehir hayatını ciddi bir şekilde sekteye uğratmıştır. Uzun süre yaşanan ve çoğu devlet görevlilerinin istismarından kaynaklanan tahribatın neticesinde Anadolu kırsal kesimi ve Anadolu köylüsü büyük zararlara uğramıştır. Bu dönemdeki dramatik nüfus azalması bunlardan birisidir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Beyazıt’ın idamları hadisesinden sonra Osmanlı Devleti’nde önemli olaylar meydana gelmiştir. Bu olayların nedeni sadece şehzadelerin öldürülmeleri değil, öteden beri bozulmaya başlayan toprak rejimi ve buna bağlı olarak bozulan askeri rejimdir. 17. asrın ilk yıllarına kadar, Anadolu’da meydana gelen karışıklıklar ve dışarıya karşı girişilen uzun savaşlar, bu bozulmayı hızlandırmış, 16. asrın sonlarına kadar devam eden ve esası tımar rejimi olan askerî teşkilâtın bu asrın sonunda yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca devletin kuruluşundan itibaren ülkede güvenlikten sorumlu tutulan ve önceden fetih karşılığı kendilerine yurtluk verilmiş olan müsellemlerin vergiye bağlanmaları onları küstürmüş ve birçoğunun Celalilere katılmalarına neden olmuştur.
Gerçekten de bu asırda, Celâliliğinin başladığı tarih olan 17. yüzyıl başlarından sonra, Anadolu’da hâkim olanlar, kapıkulu süvarileri ile ümera askeri olmak üzere, adları Sekban ve Sarıca olarak söylenmeye başlanan bu Leventlerdir. Klasik dönemdeki Osmanlı ordusu artık kalmamıştır.
Bu dönemde suçlu ve suçsuzu birbirinden ayırmak zordur. Eşkıyayı takip ve yakalamakla görevli devlet görevlileri, çoğu kez eşkıyalarla birlikte hareket ederek Anadolu’daki yerleşkeleri soyup soğana çevirmişlerdir. Eşkıya serdarları (yani merkezden eşkıya takibine memur olanlar,) yiğitbaşılar, beylerin ağaları, hep kalabalık birer sekban bölüğünün başında olarak, köylerden silindir gibi geçmişlerdir. Tesadüf ettikleri çiftlikleri talan etmişler, zenginleri bütün paralarını teslime mecbur ederek at, katır ve deve gibi hayvanlardan bulduklarına el koymuşlardır. Ekinlere müthiş zarar vermişler, halkın “yem ve yemeğini” almışlar ve icabında köylerde zoraki olarak günlerce oturmuşlardır. Leventler ve sekbanlar ahalinin evlerine misafir edildiklerinden, birçok uygunsuz hareketlerde de bulunmuşlardır. Dolaşan bölükbaşıların fazlalığı dolayısıyla köyler hemen hiç boş kalmamış, ağa, çavuş, serdar, köylüleri soymak için birbirlerini takip etmişlerdir.
Bu kaos ortamında köyde barınmak da zorlaşmıştır. Onun için fakir halk mütemadiyen silâhlanarak köyünü terk etmekte çareyi bir sekban bölüğüne yazılmakta bulmaktaydı. Osmanlı belgelerindeki anlatımla (mühimme defterleri) “Çiftçiler hizmetlerini ve kuralarını bırakıp vesvese-i şeytan izlâliyle tüfenklenip, sekbanlara karışıp seyyidi olurdu.”
Köylerde birbirlerini takip eden bu kadar çok sekban bölüklerinin kendi aralarında çarpışmaya yer vermemeleri bütün Celâli isyanlarının hayret edilecek özelliklerinden birisidir. Ancak bunlardan suhteleri ayırmak gerekir. Suhteler, yani medreseli softalar, halkı soyup karşı fikirdekileri öldürdükleri gibi, halkı birbirlerine düşürüyor ve birbirleriyle de savaşıyorlardı. Anadolu’da suhte isyanları nedeniyle mezhep kışkırtıcılığı almış başını gitmişti. Hâlbuki bu zamana kadar halkın birbiriyle hiçbir sorunu olmamıştı.
Suhte isyanlarının genişlemesinde ve şiddetlenmesinde başka bir sebep de devlet memurları arasında görülen ihtilaflardı. Örneğin Kadılar, Müderrisler, naipler ile ümera öteden beri geçinemiyorlardı. Kadılar ve beyler arasında nüfuz rekabeti vardı. Bu durum kadıların yavaş yavaş suhtelere meyletmelerine sebep oldu. Köylerde bulunan dirlik sahibi de, hem beylerle hem de kadılarla geçinemiyorlardı. Şehirlerde ileri gelen aileler -ki bunlara şehir ayanı da denirdi- daha çok kadılarla birleşiyorlardı. İşte vilayetlerde bulunan Hükümet mensuplarının ve âyânın bu durumları, suhte isyanlarını, nihayet herkesin içine girdiği, daha genel bir ihtilaf haline getirmekteydi. Halk arasında “ Ananı belleyen kadı, Kimi kime şikâyet edeceksin?” deyimi bu sıralarda çıkmış olmalı.
Celali gruplarının kendilerine eylem alanı seçtikleri ve sürekli kaldıkları çevrelerden biri, büyük karışıklıkların olduğu Çorum’dan başlayıp Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan Amasya-Tokat- Karahisar-ı Şarki çizgisi etrafı idi. Buralarda suhte isyanları da etrafı kasıp kavurmuştu. 1604–1605 ve 1606 yıllarının acıklı hayatını, toplumun dirlik ve düzeninin kalmadığını, meydana gelen yıkıntıyı Karahisar-ı Şarki, Keşap ve Giresun kazalarından biriken kalabalık bir halk kitlesi şikâyetlerini belirtiyorlardı.
1564 Eylülünde Küre kadısının Divan’a yazdığı bir mektupta verdiği malumata göre Samsun (Canik) taraflarında 1560’tan beri suhte isyanları artmıştı. Canik (Samsun) bölgesinde suhteler ve leventler “Gurbet ve çingene taifesi” ile birlikte dolaşıyor, ellerindeki cariyeleri kullanıp genç bekâr erkekleri etrafına toplayıp birçok hadiselere karışıyorlardı.
Bu dönemde Suhte isyanları Ordu yöresinde de görülmüştür. Suhte (medrese) isyanlarının yöredeki etkilerinin önlenmesi için Pazarsuyu, Bayramlu-yı Ordu, Bolaman ve Yakupbeğderbendi (Perşembe) kazasındaki kadılara gönderilen 1601 tarihli bir hükümde, Bolaman Kazası’ndaki suhte eşkıyası hakkında gerekenlerin yapılması emredilmektedir.
Padişah’a, 2 Mart 1606 (23 şevval 1014) tarihinde, arz olunduğu görülen başka bir belgede, (1) “Karahisar-ı Şarkî Sancağına tâbî Ordu-yı Bayramlu Kazası’nda türeyen Hacı Şamlu ve binden fazla levent ve sekbandan oluşan eşkıyası, sipahi Karahızır ve İsmail Çavuşoğlu Mehmet Çavuş ile birlikte hareket ederek vilayetimize zuhur etmişlerdir. Hacı Şamlu ve eşkıyası nice Müslümanların ve ocak sahibi kimselerin evlerini basıp gençlerini kendi leventlerine katmış, ayende ve revendeden (gelenden ve geçenden), seferli askerden nice kimseleri katletmiş, evlerin erzaklarına elkoymuştur.” denilmektedir.
Aynı belgede “Yine Kaza-i Ordu-yı Bayramlu’da ikamet eden müsellim-i vilâyet (Vilayetin asayişinden sorumlu) olan Dergâh-ı Âli silahtarlarından Abacı zade Ali Bey kullarının bir oğluyla bir avretin ve yedi nefer hizmetkârlarıyla evin basup katledip on yük akçelik emvâl ve erzakını gasp etmiştir. Bundan başka Vilâyet-i mezbureye tâbi Kırık Nahiyesinde sâkin Dergâh-ı Âli sipahilerinden diğer Ali Bey kullarını altı neferiyle birlikte katledip mal ve esbabını gasp etmişler ve Dergâh-ı Âli yeniçerilerinden Trabzonlu üç nefer yeniçeriyi dahi katledip mallarını ve esvaplarını yağma ve talan etmişlerdir”, dendikten sonra, sözü geçen “vilâyetteki kazaların her birinden biner kuruş salgun, her haneden üçer kile (2) arpa ve ikişer kile buğday, bir batman yağ ve bir batman bal, beş okka pirinç ve beşer tavuk alıp anbarladıkları, kadıların, Şark ordusu serdarı emri ile topladıkları, sürsat akçesini memurdan zorla aldıkları, tekrar her hâneye altışar kuruş salma saldıkları” ifade olunuyordu.
Her haneden alınan eşkıya haracının vahameti göz önüne alındığında 17. yüzyıl başlarındaki Ordu yöresinin durumunu anlamak mümkündür. Ordulu Hacı Şamlu’nun o çevrede yaşattığı dehşet, kalesiz yani açıkta kalan köylerden pek çoklarını kaçıp kalesi olan kasaba ve şehirlere sığınmaya zorladı. O kadar ki zorbalar namus ve ırzlara dahi en küçük bir saygı göstermiyorlardı. Kaçanlar, mal ve erzaklarını ortada bırakmışlardı. Asiler halkın sığınmasına çok elverişli olan Giresun Kalesi’ni kuşatarak içeri girmeye çalıştılar ve yirmi gün boyunca önlerine çıkanı öldürdüler. Kendi aralarında teşkilatlanan halk, Karahisar-ı Şarki Sancağı mutasarrıfı Seyyid Mehmet Paşa’yı başlarına geçirerek Hacı Şamlu’nun üzerine yürüdüler. Büyük çarpışmalardan sonra Hacı Şamlu’nun kendisi, arkadaşlarından Kazdağlı, Köse Osman, Dilsüz, Simitlü Bölükbaşı ileri gelenleri öldürüldü. Gerisi kaçıp Karahızır Mütevelli ve Mehmet Çavuş adındaki zorbaların etrafında toplanmayı başardılar.(3)
17. yüzyılın ilk çeyreğinde “Nefs-i Ordu bi-ism-i Alevi” yerleşkesinin yok olması, Celalî ve Suhte İsyanları sonucu meydana gelen kaos ortamı ve bu ortamın doğurduğu nüfus kriziyle ilişkilidir. 1613 yılında 103 hane ile yörenin yönetim merkezi olan “Nefs-i Alevi bi ism-i Ordu” yerleşkesinin 1642/43 yılındaki yazımlarda görülmemesinin, bir başka deyimle yok olmasının başka açıklaması olamaz.
Önceki yüzyıllarda olduğu gibi Celalî ve Suhte İsyanları sırasında da Osmanlı topraklarındaki Aleviler, Osmanlı merkez yönetimine muhalif olmuşlardır. Bu nedenle de Osmanlı Devleti tarafından yüzlerce yıl sürekli baskıya maruz kalmışlar, kimisi doğuya göç ederken, kimi Alevi Türkmenler de “kuş uçmaz kervan geçmez” diye nitelenebilecek sarp coğrafyalara sığınmışlar ve oralarda köyler kurmuşlardır. Yüzyıllardır bir idari birimin merkezi olan “Nefs-i Ordu bi ism-i Alevi”nin bu isyanlar sırasında yok olmasını başka izahlarda aramak pek inandırıcı olmayacaktır.
1642/43 Tarihli Avarız defteri kayıtlarında “Sadat-ı izam” adı altında çok sayıda Nakşibendî müridinin ellerine “berat” verilerek misyoner gibi görevlendirildiği de görülmektedir. 17 yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti’nin Anadolu Müslümanlığını kendi yorumu paralelinde Sünnileştirmek için “seyyid” adı altında Ordu yöresine yüze yakın “Nakşibendî müridi” göndermesi, devletin halkın inançlarını kendi resmi görüşüne göre şekillendirmesi anlamına gelmektedir. Kayıtlardan anlaşıldığını göre bu seyitlerden 74 tanesi Canik-i Bayramlu dâhilindeki köylere yerleştirilmiştir. Bunların çoğunluğu Mesudiye ve Bulancak kırsalındaki “Kıruk-ili” bölgesine ait köylerdir.
Yine yöredeki kaos ortamı çok sayıda yerleşkenin yok olmasına birçok yerleşkenin de isim ve yer değiştirmesine neden olmuştur. 1613 tarihinde Canik-i Bayram yöresinde 498 köy, 78 mezra ve 3 kale bulunmakta ve yaklaşık 72.689 nüfusa sahip iken, otuz yıl sonra 1643 yılında 468 köy, 99 mezra ve 3 kale bulunmaktadır. Ancak 1613 yılında görülen köylerin bir kısmı yok olmuş, onların yerine yeni yerleşkeler kurulmuştur.1643 yılında yörede nüfus yaklaşık 6115 hanedir. Kaba bir hesapla bu hane sayısını (5’le çarparak) nüfusu 30.575 olarak kabul edebiliriz. Bu durumda Ordu yöresinin “Büyük Kaçgun Dönemi”nde nüfus kaybını % 58 olarak belirtmek mümkündür.
Sonuç olarak Celâlî ve suhte ayaklanmaları, Osmanlıtoprak düzenini daha da kötüleştirdi. “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçti. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Alevi köylülere ait toprakların tımarları zaten 1485 yılından itibaren el değiştirmeye başlamıştı. Bu durum 15. ve 16. yüzyıllarda da devam etti. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri (Nefs-i Alevi bi ism-i Ordu’da dâhil) yıkıma uğradı.
Bütün bunların üstüne 17. yüzyılın ilk yarısında Karadeniz sahil yerleşkelerine Kazakların yaptığı baskınlar da eklenebilir. Bu baskınlar sırasında çok sayıda sahil yerleşkesi yağmalanmış, yakılmış, halkı iç kesimlere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu kaos döneminde kimi yerleşkelerin kendilerine yakın daha korunaklı yerlere taşındığı da tespit edilmiştir. Aynı adla anılan yerleşkelerin eski ve yeni yerlerinin çok yakın olması ve yeni yerleşkelerin daha korunaklı yerlere çekilmesi bu döneme özgü bir gelişmedir. Örneğin birçok yerde olduğu gibi Ebulhayr Kazası’ndaki gelişmeler bu duruma örnek gösterilebilir. Ebulhayr’da birçok köy yok olmuş, köylerden kimisi eski adlarını değişik mevkilerde kullanırken, kimisi de yeni adlarla yeniden şekillenmişlerdir. Sayaca Köyü’nün “Eski Sayaca-Yeni Sayaca” gibi adlarla anılması, bu baskılar sonucu yerleşkenin yer değiştirmesinden kaynaklanmaktadır.
Büyük Kaçgun Dönemi’nde isyanlardaki kıyımdan kaçabilen Alevilerin bir kısmı İran’a kaçarlarken, saklananlar Anadolu Alevilerinin temelini oluşturdular. Saklanmayan ve kaçmayan kalabalık Alevi Türkmen aşiretleri ise günümüzdeki Bulgaristan ve Makedonya topraklarına sürgün edildiler. O vakte kadar yalnız Batı Anadolu’dan yapılan iskânlarla az bir Türk nüfusuna sahip olan Balkanlarda bu tarihten itibaren Türklerin nüfusu çoğalmıştır.
(1) BOA, 1016 yılına ait numarasız Mühimme Defteri
(2) Kile, tahıl ölçüsü birimidir. Bir Karahisar Kilesi 16 gödük olarak ifade edilir. Yerel bir ölçek olan gödük yaklaşık 18 kg buğday alır. Bir kile 288 kg dır.
(3)Bu olayla ilgili hükmün suretindeki izahtan anlaşıldığına göre Yakub adlı Ordu kadısı Niğde Kalesi’ne hapsettirilmiştir. Kadının ve davacıların “orduy-ı hümayuna” yollanmaları emredilmiştir.
Güzel yazı olmuş teşekkürler.
Yazı güzel, olmuş dede devamını bekleriz.
Emeğinize sağlık. Geçmişini bilmeyen geleceğe yön veremez.